Duygu durumlarımız, zamana ve mekâna göre değişiklik arz edebiliyor. Bu yazıyı yüz yüze eğitimde sınıfta yazıyor olsaydım belki giriş cümlem çok daha farklı olabilirdi ama bu aralar içinde bulunduğum vaziyet nedeniyle giriş cümlem, “İdeal üniversite, her fırsatta çevrimiçi eğitime zorunda bırakılmayan üniversitedir” şeklinde olmak durumunda. 1980’li yıllardan beri tepemizde olan ve ne yazık ki “tarihte her zaman ileri gidiş yoktur, bazen de geri gidişler vardır” cümlesini desteklemekten hiçbir zaman geri kalmayan YÖK’e şükranlarımızı (!) borçluyuz. “Nasıl daha kötü olabiliriz?” sorusunu her fırsatta başarıyla yanıtlamayı çok iyi beceriyorlar.
Şimdi diyeceksiniz “Dur! Sakin ol”. Hayır efendim bu mümkün değil. Neden mi? Bu cümleleri, şu an doktora ders aşamasında olan bir araştırma görevlisi (kızılelmam budur) olarak yazmak varken bir başka meslek grubunun mensubu olarak yazıyorum. Bunun da tek müsebbibi, YÖK ve onun kurduğu sistem. Halbuki bu satırların yazarı, hocaları tarafından lisans 2. sınıfta keşfedilmiş ve sağlam bir tedrisattan geçirilmiştir. Ancak hocalarının da müdahale edemediği sebeplerden ötürü, isminin başına bir türlü “araştırma görevlisi” unvanını alamamıştır. Sonuç olarak bu satırların yazarı, unvan alamasa bile araştırmayı kendine görev edinmiş ve akademisiz akademinin (ben buna “adem-i akademiyetçilik” diyorum[1]) de pek âlâ mümkün olduğunu göstermeye çalışmaktadır.
İçinde bulunduğumuz üniversite sistemi gerek kazanılması öncesinde gerekse kazanıldıktan sonra birçok zorluğu içinde barındıran bir yapı. Üniversite okumak elbette zordur. Zira lise eğitiminden bir farkı bulunmalıdır. Benim bahsettiğim zorluk, bürokrasiden kaynaklananlardır. Öğrenci 4, 5 ya da 6 yıllık eğitiminde birtakım dersleri alıyor. Bu dersler, çoğu zaman o eğitim süresine sığmıyor bile. Böyle bir durumda da öğrenci, özümseyerek değil, mezun olmak için gerekli kredileri toplayabilmek adına derslerden geçmeye çalışıyor. Bu süreçte yaşanan sorunlar ayrı bir kitap olacak cinsten. Teorik derslerden geçmek yetmiyor, bize pratik de lazım. Öğrencinin staj yapacak bulmasına yardımcı olunmadan staj yapması bekleniyor. Hatta bazı meslek gruplarında (örneğin içinde bulunduğum avukatlık mesleği) staj yapabilmek için mezun olmak gerekiyor. Yani sudan çıkmış balık iken meslek hayatına dalıyorsunuz. Mevcut bilgi birikimsizliğini “1 yıllık stajda ne öğrenirsem kârdır” düşüncesiyle artırmak için didinmenin üzerine bir de ücretsiz iş gücü gibi görülmek[2], gelirsiz bir hayat ile giderleri idame ettirmek bulmacasını çözmek eklenince ortaya mesleğe başlamadan meslekten soğuyan insanlar ortaya çıkıyor. Bunun kanaatimce tek müsebbibi, kafamdaki üniversite düşüncesinin “ideal” olarak kalmasıdır. Yani kâğıt üzerine olamayacağına inanç. Her yere mantar gibi üniversite ve fakülte açıp, niceliği niteliğin önüne geçirirseniz, üniversite ders kitaplarının dahi satılmadığı illere öğrencileri üniversite okumaya yollarsanız, bunun ceremesini 4 sene sonra işsiz ordusuyla mücadelede ya da yurtdışına beyin göçüyle mücadele ederken çekersiniz.
Tüm bu süreçte öğrenci, alanıyla ilgili derslerle ilgilenmiş ve 24 saatlik gününün uyku zamanı dışında kalan tüm vaktini alanına vermişken, biz ondan entelektüel olmasını nasıl bekleyeceğiz? Burada şu soruyu sorduğunuzu duyar gibiyim: “Neden entelektüel olmasını bekleyelim ki?” Beklemek zorundayız! Neden mi? Hemen açıklıyorum.
Üniversite, kelime anlamı itibariyle “tüm, genel” demektir. Zira etimolojik olarak Latince “universus” kelimesinden türemiştir. Bu satırların yazarı, üniversite kelimesini iki parçaya ayırarak inceliyor: Üniver + site. Kelimenin ilk parçası olan ve “universal” olarak anlamlandırabileceğimiz kısım, “tüm evren” olarak nitelendirilmelidir. Kelimenin ikinci parçası olan kısım ise Antik dönemdeki şehir olan “site” şeklinde nitelendirilmelidir. Böyle bir nitelemeden çıkan sonuç ise “tüm evreni anlayabilmek için gerekli olan tecrübe ve bilgi birikiminin sağlandığı ortamdır üniversite”.
Yani üniversite, insanların askerliklerini tecil ettirmek için kazandığı, ortaöğretim KPSS ile memur olanların lisans eğitimini tamamlayarak maaşlarına ekleme yaptırdığı bir mecra asla değildir. Biz, evreni anlamak için kurulmuş olan bir kurumu, askere 4 sene geç gitmek için kullanmamalıyız. Bu noktada, hiç sevilmeseler bile (birçok kesim yani) af öğrencilerini takdir etmek gerek. Çoğu başka mesleklerden emekli olan insanlar, artık kemale erdiklerinde, eskiden gidemedikleri üniversitelerine geri dönerek genel kültürlerini artırmak ve bilgi birikimlerini genişletmek istiyorlar. İşte bizim aradığımız ve ideal olan üniversite budur. Kişi, derslerden geçip diplomaya kavuşabilmek için değil, genel kültürünü artırmak, tamamına ulaşamasa bile “o yolda yürümesi bile gururludur” düşüncesi ile evrendeki tüm bilgiye ulaşmayı amaçlamak için üniversiteye gitmelidir.
Toparlayacak olursak ideal üniversite; basamak olarak kullanılmayan, nicel olarak değil nitel olarak çok olan, akademik personel olabilmek için Türkçe ve Matematik değil ilgili alanın sorularından oluşan sınavların olduğu, yine akademik personel olabilmek için YouTube’dan izlediği taktik videoları ile İngilizce sınavlarından yüksek alındığı değil de gerçekten uluslararası literatürü tarayabilen ve SSCI-AHCI indekslerinde makalesi olan akademisyenlerin olduğu, hocanın, asistanını öğrenciyken keşfettiği ve “seni yanıma aldım” dediğinde işin bittiği, öğrencinin sadece müstakbel mesleğine ilişkin değil ilgisine göre kendine yan dallar seçtiği ve hobilerinde uzmanlaştığı bir üniversitedir. Sorunlar hakkında yazılacak daha o kadar çok şey var ancak burada kesilmeli. Zira bu satırların okuyucusu da bir zamanlar öğrenciydi ve hayalleri uçuk kaçıktı. Yine bu satırların okuyucusu da bir zamanlar asistandı ve hatta şimdi asistanları var. Yani sorunların da çözümlerin de membaında. Bu yüzden karalar bağlamamalı ve kendi gökyüzümüzdeki yıldızlara ulaşabilmek için umut tohumlarımızı hemen ekmeli, tohumların filizlenmesi için çalışmalı, didinmeli ve vazgeçmemelidir.
[1] İdare hukukundaki temel ilkelerden biri “adem-i merkeziyetçilik”tir. Yani merkeziyetsizleştirme. Ufak bir kelime oyunu ile derdimi anlatabiliyorum.
[2] 08.06.2022 tarih ve 7409 sayılı Kanun ile Avukatlık Kanunu değiştirilmeden önce stajyer avukatlara kanun gereği sigorta yapılması ve maaş ödenmesi yasaktı. Yapılan değişiklik ile “Avukatlık stajına fiilen engel olmamak şartıyla herhangi bir işte sigortalı olarak çalışılması avukatlık stajının yapılmasına engel değildir.” cümlesi eklendi. Yani tuzu kuru olan ve zaten memuriyeti olup da üzerine hukuk fakültesi bitirenler sigortalı şekilde de avukatlık stajı yapabilir duruma geldi. Yeni mezunların aleyhine olan eski hal ise yeni hal ile daha kötüye gitti.
Comentários